parallax background

Târihçi Yazar Dr. AHMET UÇAR Anlattı

140 Yıllık Miras Güney Afrika’da Osmanlılar
18 Mayıs 2020
140 Yıllık Miras Güney Afrika’da Osmanlılar
18 Mayıs 2020
 

DİLİMİZ TÜRKÇEYE MUSALLAT OLAN MİSYONERLER

Oğuz Çetinoğlu: Ses bayrağımız Türkçe problemli bir dil. 1911 yılında, o dönemde Osmanlı şehri olan Selânik’te yayımlanan ‘Genç Kalemler’ dergisinde Ömer Seyfettin ve Ali Cânib (Yöntem) tarafından ‘Dilde Sâdeleştirme’ hareketi başlatılmıştı. Cumhuriyet döneminde, sonradan adı Türk Dil Kurumu (TDK) olarak değiştirilen Türk Dili Tetkik Cemiyeti faaliyete geçince, sâdeleştirme çalışmaları, ‘tasfiyeci’ hüviyete büründü. Demokrat Parti döneminde, Türkçenin gelişmesi akılcı bir zemine yerleştirilmişti. 27 Mayıs 1960 askerî darbesinden sonra, yönetimin müsamâhası ve basın organlarının yapıcı olmayan aşırı müdâhaleleri sebebiyle Türkçemiz eskisinden daha kötü ve şiddetli tahribata mâruz kaldı. Arada, TDK’nın yönetimine iyi niyetli idâreciler geldi ise de, kötüye gidiş önlenemedi. Geldiğimiz noktada, damağımızdaki ana sütü olan güzel dilimiz, Türkçe karşılığı varken yabancı kelimelerin istilâsına mâruz kaldı. İhtiyaç hissedilen durumlarda, daha ziyâde de keyfî uygulamalarla Türk dilbilgisi kaidelerine aykırı olarak kelimeler türetildi. Bilgisayar yaygınlaştıktan sonra da kelime jenosidi, trajik bir hal aldı. Yapılan bu tahribatta, TDK’nın kuruluşunda görev alanların tesirinin olduğu şüphesiz. Sizin bu konuda araştırmalarınız, tespitleriniz var. Buyurunuz, söz sizin efendim.
Dr. Ahmet Uçar: Teşekkür ederim. Kuruluş döneminde TDK’nda bulunan etkili şahıslardan biri Ahmet Cevat Emre’dir. Çalışmalarımın ağırlık merkezinde bu şahıs vardır. Diğerlerini de fırsat bulduğumda araştıracağım.


 



Çetinoğlu: O halde bu mülâkatımızda Bay Emre’yi konuşalım.
Dr. Uçar: Ahmet Cevat Emre, 1928 yılında yayın hayatına başlayan Muhit dergisinin imtiyaz sâhibi, neşriyat müdürü ve başyazarıdır. 1876 yılında Girit’te doğdu. Harp Okulu mezunu bir subay olup siyasî düşünceleri sebebiyle Sultan İkinci Abdülhâmid Han döneminde 1897’de Trablusgarp’a -Fizan’a- sürülmüş, oradan Avrupa’ya kaçmış, sonra da affedilerek 1905’ten 1908’e kadar Resmo’da Evkaf Memuru olarak vazife yapmıştı. İkinci Meşrutiyet’in ilânından sonra İstanbul’a gelerek İttihat ve Terakki’nin yayın organlarından Şura-yı Ümmet gazetesinde yazarlık, ardından da gazetenin Sofya muhabirliğini yaptı. İstanbul’a döndüğünde kısa ömürlü Siper-i Saika ve Siper-i Saika-i Hürriyet gazetelerini çıkardı. Bu dönemde Muallim Mektebinde ve Tevfik Fikret’in vasıtasıyla Robert Kolej’de dersler verdi. 1918’e kadar Balkan Mezalimi Yayın Komitesinde vazife aldı ve Berlin, Paris ve Londra’daki toplantılarda Avrupalılara Bulgar mezalimini anlattı. 1918’de Ural-Altay dilleri üzerinde uzman olan Alman Prof. Giesse’nin asistanı olan Ahmet Cevat, Darülfünun’da öğretim üyeliği de yaptı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Akşam ve Tasvir-i Efkâr da Mondros Mütârekesini tenkit etmiştir. Ahmet Cevat, Nisan 1920’de Bakü’de Mustafa Suphi ile görüşerek Türkiye Komünist Partisi (TKP)’ne girmiş ve bu partinin üst düzey idârecilerinden olmuştu. Parti adına Moskova ile yakın ilişkiler kuran, hatta Moskova’da doğulu gençler için açılmış olan; Şevket Süreyya, Vâlâ Nureddin ve Nazım Hikmet’in de talebe olarak bulunduğu KUTV adlı üniversitede Türkiyat hocası olarak vazife yapmış, Türkiyeli bu gençlere komünizmi ilk olarak o anlatmıştı. 2 Nisan 1921’de TKP Haricî Büro Âzâsı sıfatıyla Rus Komünistlerden Pavloviç’e bir mektup yazarak, Trabzon’da Mustafa Suphi’yi öldüren Anadolu burjuvazisinden hesap sorulmasını istedi. Diğer taraftan Ruslara Enver Paşa’nın komünist olmadığını, O’na güvenilmeyeceğini ilk söyleyen de oydu. Buna karşılık Cemal Paşa ile çok samîmiydi. Eylül 1922’de Bakü Konferansında TKP’yi yine o temsil etmişti. TKP’nin Rusya’da Türkçe olarak yayımladığı Yeni Dünya gazetesinin en önemli ve en tecrübeli yazarıydı. Bu gazetenin yayınında ve TKP faaliyetlerinde Kerim Sadi (Nevzat Cerrahoğlu), Vedat Nedim Tör, İsmail Hüsrev Tökin, Vâlâ Nureddin, Börklüce Sarı Mustafa gibi genç TKP mensuplarıyla birlikte çalışmış, parti adına birçok ortak broşüre imza atmış, hatta sürekli yazı yazdığı için evden dışarı çıkamaz hâle gelmişti. 1924 sonlarında Türkiye’ye dönerek 1927’ye kadar kendini alfabe ve Türkçe dil çalışmalarına verdi. Polis tâkibinde olduğu için ortalıkta hemen hemen hiç görünmedi; sâdece Akşam ve Vakit gazetesinde 4 yılda 18 makale kaleme aldı.

Çetinoğlu: Kendisinin ve işbirliği yaptığı şahısların sâbıka kayıtları kabarık ve çok kirli. ‘Muhit Mecmuası’ dediniz. Onu ayrıca konuşacağız. TDK yönetimine gelişi hakkında mâlûmat lütfeder misiniz?
Dr. Uçar: Akşam ve Vakit gazetelerinde yayınlanan yazılarında kendi ifâdesi ile 1-Yazımızı fonetiğin esiri olmaktan kurtarmak zarureti, 2-Medeniyetle yazı sistemi arasındaki münâsebetler, 3-Uygurların iki defa yazı değiştirmesi, 4-Bizde ortaçağ kültüründen batı medeniyetine dönüş, 5-Cumhuriyet inkılâbı her imkânı hazırlamıştır. Başlıklı konuları işlemiş ve iktidarın takdirini kazanmıştı. Türkiye’ye geldikten dört yıl sonra, 1928’de ilk defa Mustafa Kemal Paşa ile görüştü ve ona Türk devriminin hizmetinde olduğunu söyledi. Bunun üzerine TDK’nda dilbilgisi ve kelime derleme encümenlerine üye olarak tâyin edildi. Dil Devrimi’nde 23 Mayıs 1928’de oluşturulan alfabe encümeninde görev aldı; sonrasında Türk Dili Tetkik Cemiyetinde çalıştı. Güneş Dil Teorisi’nin ortaya atılması ve geliştirilmesine katkıda bulundu. 1929’da ‘Cumhuriyet Çocuklarına Türkçe Kıraat 1’ adlı Latin alfabesi ile yayımlanmış ilk Türkçe okuma kitaplarından birini yazmış, kitap Maarif Matbaası’nda basılmıştı.

Çetinoğlu: Bay Emre’nin muzır bir adam olduğunu kimse fark edememiş mi?
Dr. Uçar: Hüseyin Nihal Atsız’ın 21 Mart 1944’de Başvekil Şükrü Saraçoğlu’na yazdığı ikinci açık mektupta da anlattığı gibi aslında Ahmet Cevat Emre, ‘Türkçeyi tıpkı İstanbul Rumları şivesiyle konuşan bir dilci ve Dil Kurumu âzâsı’ idi. 1920’de komünist olduğu için Rusya’ya kaçmış, dinî ve millî geleneklere tamamen düşman bir şahsiyetti. 1935-1939 yılları arasında CHP Çanakkale Milletvekili olarak TBMM’de bulunmuş, daha sonra Hasan Âli Yücel’in Millî Eğitim Bakanlığı döneminde Maarif Matbaası’nda devlet memuru olarak görev yapmıştı.

Çetinoğlu: Yazı hayatını da devam ettiriyordu…
Dr. Uçar: Evet! 1928-1932 yıllarında Muhit Mecmuasını, imtiyaz sâhibi olarak yayımladı ve orada yazdı.
Çetinoğlu: Neler yazdı?
Dr. Uçar: Ahmet Cevat’ın ifâdesiyle ‘Resimli Aylık Aile Mecmuası’ olarak yayın hayatına başlayan Muhit dergisinin ilk sayısı 1 Kasım 1928’de çıktı. İlk sayısında yer alan ‘Muhit Ne İçin İntişar Ediyor’ başlıklı yazıda derginin her gelir grubundan ve her öğrenim seviyesinden insanın okuyup anlayabileceği belirtiliyordu. Dergi edebiyat, sanat, bilim, ev idâresi, çocuk bakımı, günlük işler, dünya ve Türkiye’deki gelişmelere ve benzeri konulara yer veren bir dergi olacaktı. Bu konularda basın yayın hayatında var olan boşluğu dolduracağı iddia ediliyordu. Dergi, Türk toplumunun dünyadaki yeni hayat ve fikirlere uyum sağlaması için çalışacağını ve bunun için de dünya çapındaki fikir ve magazin dergilerinin ‘model’ alınacağını açıklamıştı. Aynı yazıda kendine üç temel prensip koyduğunu belirtiliyordu: ‘1-Herhangi bir menfaat karşılığı hakîkat değiştirilmeyecek ve okuyucu aldatılmayacaktı. 2-Ahlâkı ifsad edecek, yasak ve zararlı düşüncelere, hastalıklı heyecanlara sebep olacak hiçbir yazıya dergi sütunlarında yer verilmeyecekti. 3-Dergide her zaman en sağlam, en doğru, en güzel duygu, düşünce ve görüşlere yer verilecekti.’

Çetinoğlu: Taahhütlerine sâdık kalabildi mi?
Dr. Uçar: Verdiği sözlerin hiçbirini yerine getirmedi. Zaten getirmesi de mümkün değildi.
Çetinoğlu: Neden?
Dr. Uçar: Çünkü resmî imtiyaz sâhibi ve yazı işleri müdürü Ahmet Cevat, derginin gerçek patronu değil, çok küçük bir ortağıydı. Derginin gerçek sâhipleri ise İstanbul’daki Bible House, American Board ve Y.M.C.A. adlı üç ayrı Amerikan misyoner örgütünün üç ayrı temsilcisiydi. İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası’nın çıkardığı Sicil-i Ticaret gazetesinde yer alan bilgiye göre bu üç kişi ‘Muhit Neşriyat Limitet Şirketi’ adı altında bir şirket kurmuşlardı. Şirketin gayesi, kuruluş sözleşmesinde ‘İlmî, edebî, terbiyevî, ahlâkî nitelikte dergi, risâle, tercüme ve telif kitaplar basmak ve yayımlamak’ olarak beyan edilmişti. Şirket; müellif ve muharrir Ahmet Cevat (Emre), kitapçı ve nâşir İbrahim Hilmi (Çığıraçan), Amerikan vatandaşları Dr. John Kingsley Birge, Dr. Fred Field Goodsell ve Dr. Frederick William MacCallum, yani üç misyoner örgütün Türkiye’deki 3 temsilcisi tarafından kurulmuştu. Şirketin toplam sermayesi 25.000 Türk lirası olup kuruculardan her biri 5000 Türk lirası para vermeyi taahhüt etmişler ve ödemişlerdi. Şirketin merkezi İstanbul’daydı. Şirket hisselerinin (%60’ı) Amerikalı misyonerlere, %20’si Kitapçı İbrahim Hilmi (Çığıraçan)’a, kalan %20’si de Muhit dergisinin sâhibi gözüken Ahmet Cevat’a aitti. Şirketin ortakları gözüken üç Amerikalı misyoner de uzun yıllar Türkiye’de kalmış aktif ve tecrübeli misyonerlerdi. Ortaklardan Kanadalı bir İngiliz vatandaşı olan Frederick William MacCallum içlerinde Türkiye’ye ilk gelen misyonerdi. 1893’te Maraş’ta misyonerliğe başlamış, Türkiye’de 37 yıl misyonerlik yapmıştı. 1318 Haziran 1893’de Maraş’ta doğan oğlu F. Lyman MacCallum da onun yolunda, onun idealleri için yıllarca İstanbul’da misyonerlik yaptı. Hatta oğul Lyman, Kur’an-ı Kerim’in Türkçeye çevrilmesi gerektiğini savunmuş ve bu tür çabaları destekleyen yazılar yazmıştı. Süleyman Çelebinin Mevlid’ini ‘The Mevlid-i Sherif’ adı ile 1943 yılında İngilizceye tercüme etmişti. Maraş’ta doğan kızı Elizabeth MacCallum da uzun süre Türkiye’de kalmış, hatta 1960’lı yıllarda Kanada adına resmî diplomat olarak Ankara’ya gelmişti. 1962’de Erzincan’ın Kemah ilçesine bağlı Kardere Köyüne 60.000 fidan dikimi için yardım etmiş, gazete haberlerine göre köylülerin takdirini kazanmıştı. 1895’te Maraş’ta Türkiye Koleji’nin Ermenileri kışkırttığı için halk tarafından yakılması sırasında da Frederick W. MacCallum orada idi. Kolejin zararının ödenmesi için Osmanlı Hükümeti nezdinde ısrarlı girişimlerde bulunmuştu. 1898-1899 yıllarında Maraş’ta American Board adına Alman misyonerlerle de işbirliği yaparak Ermenilere yönelik çalışmalar yaptı. 2. Meşrutiyet sonrası İstanbul’da Kitab-ı Mukaddes Şirketi’nin başına geçen Papaz MacCallum, özellikle Mütâreke Döneminde, Protestan kiliselerinde verdiği vaazlar, misyonerlik toplantılarında yapığı konuşmalar ve Üsküdar misyoner okulunda verdiği İncil dersleri ve konferanslarla tanınıyordu.

Çetinoğlu: Misyonerlerin maşası-piyonu olan bir şahsı konuşuyoruz. Atsız’ın ikazlarına rağmen uyanan olmamış… Muhit mecmuasını yayımlayan şirketin nüfus kaydına göre ‘Türk’ olan diğer ortağından da bahseder misiniz?
Dr. Uçar: Muhit’in Ahmet Cevat Emre dışındaki diğer Türk ortağı İbrahim Hilmi (Çığıraçan) 1879 Tulça doğumlu, Romanya göçmenidir. Tulça’ya Kazan’dan gelmiş bir Türk olan İbrahim Hilmi, yayın dünyasına 1895’te İkdam gazetesinde dizgici olarak adımını atmış, 1896’da Babıâli’de ‘Kitabhane-i İslâm’ adında bir kitapçı dükkânı açmış, birçok meşhurun kitabını basmıştı. 1922’de o da devrin modasına uyarak ‘İslâm Kütüphanesi’ olan dükkânın adını ‘Hilmi Kitabevi’ olarak değiştirdiğini biliyoruz. Hayatıyla ilgili ciddî bir çalışmada, Muhit’e ortaklığından hiç söz edilmemekle birlikte, bu işe ortak olmasının sebebini açıklamaya yarayacak çok önemli bir bilgi verilir. Çünkü Muhit’in çıktığı yıllarda meşhur Hilmi Kitabevi’nin sâhibi ve yayıncı olan İbrahim Hilmi Çığıraçan harf inkılâbı sebebiyle büyük bir zararla karşı karşıyaydı. Muhtemelen O’nu bu ortaklığa sıkıntılı durumu sürüklemişti. Bu yıllarda Ahmet Cevat Emre’nin birçok kitabının yayıncısı olan ve harf inkılâbı sebebiyle uğradığı zararı Mustafa Kemal Paşa’dan Ahmet Cevat Emre aracılığıyla almayı başaran Kitapçı Hilmi muhtemelen misyonerlerle bu dönemde avukatlığını yapan ve onun malî sıkıntılarını bilen Avukat Mustafa Hamit (Karaorman) vasıtasıyla yakın irtibat kurdu. Çünkü Mustafa Bey, aynı zamanda misyonerlerin ve Y.M.C.A.’nın da avukatıydı.

Çetinoğlu: Ahtapotun kolları… Dergiye dönersek efendim, ne türlü mârifetler sergiliyorlardı?
Dr. Uçar: Muhit ilk sayfalarda kullandığı ‘Büyük Gaziye Dair’, ‘Büyük Türk İnkılâbına Dair’ vb. başlıkların ardına sığınarak, Atatürk’le, Cumhuriyet’le ve Türkiye’yle ilgili abartılı ifâdeler ve övgülerle asıl işlevini gizlemeye çalıştı. ‘Kemalizm’ tâbirini ilk defa kullanan yayın organı olan Muhit, Kemalizm’i Komünizm ve Faşizmle karşılaştırarak ona evrensel bir nitelik vermek istiyordu. Ahmet Cevat’a göre Komünizm ve Faşizm bir sınıfın menfaatini korurken, Kemalizm bütün sınıfların menfaatini korumaktaydı. Kemalizm sâdece irticaî zümrelerin düşmanıydı. Muhit sürekli olarak kendini Mustafa Kemal Paşa’nın siyasî, içtimâî, iktisâdî ve kültür tercihlerini aynen benimsemiş bir yayın organı olarak gösteriyordu. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasıyla başlayan çok parti uygulaması başarısız olunca dergi ‘lider asla yanılmaz’ diyerek bunun mesuliyetini Fethi Bey ve Serbest Cumhuriyet Fırkası yöneticilerine çıkarmış, Menemen Olayı hakkında yaptığı bir yorumda ‘Kara kuvvet henüz Cumhuriyetimiz için korkulacak bir âmil olduğu için…’ ifâdesine yer vermişti. Ayrıca tek dereceli, açık tasnifli seçim sistemine karşı çıkıyor, bu sistemin yapılacak bir seçimde gericilerin işine yarayacağını savunuyordu. Dergi bir taraftan Mustafa Kemal ve Kemalizm’e methiyeler düzerken, diğer taraftan da Amerikan inanç, ahlâk, düşünce ve moda dünyası ile ilgili çok sayıda yazı ve habere yer vermekteydi. Mesela ilk sayısında Reşat Nuri (Güntekin), ‘Bir Hayâl İçin’ başlıklı yazısında okuyucuları sosyeteye özenmeye çağırıyor, Kâmran Şerif ‘Muvaffak Olmuş Evlilikler’ başlıklı yazısında ‘karısının harcadığı paranın hesabını asla sormayan’ Amerikalı feminist erkeklerin evlilikte çok mutlu ve muvaffak olduklarını ileri sürüyordu. Dergide yayımlanan resimlerle insanlar ve maymunlar arasındaki akrabalık ispatlanmaya çalışılırken, Amerikalı bir bilginin ‘yeryüzünün şekli domatese benzer’ tezi ilim dünyasına yeni bir ilmî buluş olarak sunuluyordu.

Çetinoğlu: Darvinizm’in de sözcülüğünü yapıyor…
Dr. Uçar: Derginin ve Emre’nin asıl gayeleri Müslüman Türkleri ve özellikle bayanları Hıristiyan batının yaşayışına yönlendirmekti. Makalelerde İslâmiyet’in lehinde en küçük bir ibâre yer almazken, çok da açık olmamakla birlikte İslâm düşmanlığına ve misyonerlik propagandasına yer veriliyordu. Kâzım Sevinç ‘Gömülen İrtica’ başlıklı şiirinde tekke ve dergâhların kapatılmasına övgüler düzmekteydi: ‘Son Kazma sedaları... Son toprak dökülüyor / Yıkılan dergâhlarda birer baykuş gülüyor / Gençler, ciğerler şişkin; haykırın ufuklara Türk yurdunda bugün son irtica gömülüyor.’ Yine Câhit Sıtkı, ‘Niçin boyumu geçen bu minâreler niçin / Sanki günahlarımı semaya yazmak için / Yontulmuş kalemlerdir up uzun minâreler’ diyerek âdeta İslam dinine mesâfesini ifâde ediyordu. Dergide hiçbir İslâm âlimi tanıtılmazken, birçok Batılı ilim insana yer veriliyordu. ‘İlim ve Fen Adamlarımızdan Fatin Efendi gençliğinde en çok Jules Verne Romanlarından istifâde etmiş’ gibi yazıların yanı sıra hayatına yer verilen bir başka dikkat çekici isim de İngiliz şarkiyatçı James Redhouse idi. İngilizce-Türkçe meşhur sözlüğü American Board misyonerlik örgütü tarafından yıllardır basılan ve bunun bütün geliri misyonerlik için kullanılan James Red House hakkında, derginin ortaklarından birinin oğlu olan misyoner L. McCallum (F. Lyman MacCallum) tarafından yazılan yazıda Redhous’ un hayatı ve Türkiye’deki günleri anlatılıyordu.

Çetinoğlu: Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.

Kaynak: https://www.oncevatan.com.tr/trihci-yazar-dr-ahmet-ucar-anlatti-makale,46795.html
Önce Vatan Gazetesi